NİKARAGUA Mayıs 2009
16.05.2009 Cumartesi
Yahu nerden çıktı bu Nikaragua?.. Hep Costa Rica’ya gitmeyi planlarken birden bu seyehat çıkıverdi..
Hiç aklımda yoktu, geçen sene yazışıp teklifler vermiştim, küresel ekonomik kriz gelir gelmez birden kesilivermişti iletişimimiz.. Mr. Hans Pries beni başkenti Managua’da karşılayacağını söyledi, Crowne Plaza Hotel’den yer ayırtmış bana, Eee, şaka maka beklemelerle yol 24 saat’e yakın sürüyor.. Nikaragua’nın haritadaki yerini kimse bilmiyor. Biletimi alırken Vista Turizmdeki ilgili gençte ‘ Managua’yi bilemedi, bana “ ‘Mana’mı?.. Nee?..’Gum’ mu?..” falan gibi sesler çıkarttı..Hiç duymamış daha önce.. Nikaragua ‘ Etrafı su ile çevrili kara parçası’ anlamına geliyormuş.. İnternette öyle yazıyor, valla ben de onun yalancısıyım.. Aqua, gua ‘su’ anlamındaysa doğru olabilir.
Yolculuk İstanbul – Madrid – Miami – Managua şeklinde olacak.. 16 mayıs 2009 günü sabah 06.55 te Iberia ile hareket ettik. Ben, eşim Sevgi’nin ikazı ile koridor tarafında oturuyorum. Uçağımız her iki tarafında da 3 er koltuklu Sol yanımda 2 tane evde kalmış kız kurusu var. Şimdi şu yazdıklarımı görürler diye ödüm kopuyor. Cam kenarında oturanı hayli şişman çantasından ‘ Diyet Çikolata blokları’ çıkartıp çıkartıp yiyor.. Çikolatalar nerdeyse soygun filmlerinde merkez bankalarından çalınan kiloluk altın kalıplarının yarı boyutunda.. Üzeri parlak sarı varak kaplı..Gören de bu kız irisi ‘diyet yapıyor’ zannedecek.. İkisi de Mayorka’ya gidiyorlar.. Oralarda bunlara kesin bakmazlar.. Elleri boş dönecek zavallılar. Ondan sonra da Mayorka’ya b.k atarlar “ Yani.. Ne biliiimm..Pek bi şiyy yok ..” diyip yanıltırlar insanları..
Uçak kalktı, hostesler can yeleği denize düşersek nasıl kullanılacak onu tarif etmekteler, bana yakın olan hostes güzel bir kız.. Bir an okyanustaki o ıssız adaya onunla birlikte düşeceğimi düşlüyorum.. Anam..! Hiii..! Ya yanımdaki o şişko kız da kurtulursa sıçtık yani.. “ Diyet hindistancevizleri adanın öteki yanında..!” diyerek sepetlemeyi düşünüyorum onu..”
Kahvaltı servisi başladı, kaşarlı yumurta ve sosis.. Gerçekten çok lezzetli.. Üç sıra önümde küçük bir bebek var yabancı ve ağlamıyor.. Ankara’dan Istanbul’a gelirken bizim Türk bebeği 45 dakikalık yolculuğu dayanılmaz hale getirmişti..Ağlayınca ödün verilen çocukların yanlış eğitimi sonucu böyle olunuyor..
Tam yanımda iri şişko Mayorka yolcusu diyet çikolata blokları tüketen kızın arkadaşı oturuyor.. O evlenip boşanmış, 14 yaşında bir oğlu varmış, Kocası bunu boşayıp yeniden evlenmiş.. “ Ben de evlenmek istedim ama oğlum izin vermedi..” diye bağırarak anlatıyor.. Pöh, külahıma anlat sen onu.. Öbür şişko “ Mmmm..” diyerek gözlerini belerterek bir şeyler yutmaya çabalıyor.. Dinlemiyor arkadaşını, aklını ağzındaki o ‘şey’i yutabilme konusuna yönlendirdiği boş bakışlarından belli..
Gideceğim yol çok uzun olduğu için İstanbul – Madrid bana çok kısa geldi.. Tam 4 saat sürdü.. Madrid’e geçen yıl gelmiştim, buradan Caracas / Venezuella’ya geçmiştim. Hava alanında sigara içebilmek için cam akvaryum odalar var. Tiryakiler için duyurulur.. Sen onca yıl milleti sigaraya alıştır, ondan sonra bir günde zart! diye yasakla.. Olacak iş mi bu?..
Acaba Nikaragua da nasıl karşılanacağım?.. Nasıl tiplerle karşılaşacağım?.. Yarın günlerden Pazar olduğu için bana Pries ülkeyi gezdireceğini söyledi, heyecanlıyım.. U terminalinden 68 numaralı çıkış kapısından IB 6123 sefer sayılı uçakla hareket etmek üzereyiz. Yanımdaki adam aynen Fenerbahçe teknik direktörü Aragones’e benziyor.. Ligdeki hüsrandan sonra tüyüyor mu acaba?.. Aziz’,i telefonla arasam mı?..
Uçağımız hareket etti, “ Karnım acıktı, ne yesem ?..” gibi saçma sapan şeyler geliyor aklıma 9.5 saat sürecek yolculuğun psikolojik getirileri mi bunlar?.. Uçak çok büyük A340 / 600 kenarlarda 2 şer kişilik, ortada 4 kişilik koltukları var. İki kişilik koltuklarda koridor yanındayım.. Yanımda getirdiğim gazetelerde çözülmeyen bulmaca kalmadı, öğle yemeği seçenekli Pasta?.. Pollo? Neyse “Pollo” tavuk demekmiş öğrendim.. Bir sürü bebek var ama hiç biri ağlamıyor, bir ağlama sesi yok.. Ağlayan bebek konusunda Türkler uzmanlaşmış vallahi, bir tek “viyak “ yok yahu..
… Tam 3 saat yolum kaldı Miami’ye ordan sonra yine 3 saat uçak.. Yahu bitmiyor bu yol.. Gazete tutmaktan ellerim parlak siyah bir renk aldı, gömleğim büzüştü bi tuhaf oldum sanki.. Bir de bunun dönüşü var.. Bu manyak müşteri beni nerden buldu?.. Diğer yolcuların da yüzü gözü değişmeye başladı sanki,, Herkez şişti resmen.. Uçaktaki koltuğumdan TV ekranını göremiyorum, sürekli gazete okuyorum İkoncan Eda’dan Öğğrrkk! Geldi, nereyi açsam o yahu.. Başka yazacak kimseniz yok mu?..
Arkamda iri bir erkek yolcu oturuyor, sıkıldı o da.. O nedenle sık sık koltuğundan kalkıyor, kalkarken de benim koltuğumda başımı dayadığım yere arka taraftan tutunup kalkmaya çalışıyor, koltuğum ve tabii ona yaslanmış ben “mancınık gibi” geriye geriliyoruz, adam kalkmayı başarınca koltuğumun baş kısmını “rank!” diye bırakıveriyor, nazik başım koltuktan 10 cm. öne fırlıyor.. Bir daha yapmasın diye her seferinde daha da abartılı öne doğru fırlamama rağmen adam oralı değil.. Bana gıcık sanki.. Sevse yapmaz..
Miami havaalanına indik.. Buraya 15 sene önce gelmiştik.. Bina çok eskimiş tabii.. Atatürk ve Esenboğa havalimanlarından sonra dökme mozaik döşemeli bu eski bina üzerime üzerime geldi.. Transit yolcu olmama rağmen ABD polisi beni ve tüm oraya inen yolcuları çok sıkı denetliyor.. Parmak izlerim pasaportumdaki Amerikan vizesi kayıtları ile karşılaştırılıyor kontrol tamamlanınca koridorlardan koridorlara yine kontroller, kemer gözlük ayakkabı, lap top incelemeleri ve sonunda Managua uçağının kalkacağı D30 numaralı kapıya ulaştım. ‘ Odada içerim’ diye duty free’den bir şişe Chivas Regal aldım, şişeyi bana vermediler, uçağa girerken vereceklermiş, acayip emniyet tedbirleri var. Bizim işçileri hayatta buradan geçirmezler. Kesin yüzerek falan gelmeleri lazım Nikaragua’ya.. Bizim işçi Orhan’ı düşünebiliyor musun
“ Abey bu denizin üzerindeki bana doğru gelen üçgen sac plaka mı?..”
“ Yok Orhan o köpekbalığının yüzgeci.. Biraz daha hızlı yüz yavrum..”
Eveett, son uçağa da bindim. Miami – Managua saat 18.15 te kalkıyor. Türkiyede saat gecenin 01 küsur’u, orda sabah olmak üzere.. Bu sefer yerim pencere kenarı, içeride bir sürü ağlayan çocuk var, biri de tam arkamda, sesi korkunç.. Hayır hayır korkunç değil bu çocuk tam bir canavar.. Tam kulağıma gelip çığlık çığlığa ÇIĞLIKLIYOR..! Koltuğumu tekmeliyor, onun sesi yetmiyormuş gibi yanımda oturan anneannesi veya babaannesi olacak manyak içine demir bilyeler doldurulmuş teneke kutuyu canavarın eline sıkıştırdı, çocuk sallayıp duruyor bir yandan da viyaklıyor, sabret yıldırım 2 saat 40 dakikan kaldı.. Şuna bir patlatsalar ne güzel uyuyacak yavrucak..!
Küba’nın sağından geçtik az kaldı az.. Acaba Hadise kaçıncı oldu?.. İnşallah geldiğime değer.. Uçaktakilerin tamamı buralı, evlerine dönen hizmetçilerin servisi gibi bir uçak..
Evet sonunda Nikaragua’ya indim. Uçağın çıkış kapısında “ YILDIRIM TUNA ” diye bir levha, “ Benim?..” dedim, hemen öne alındım, Domuz Gribi için termal kamerada fotoğrafım çekildi, alnım kıpkırmızı çıktı, çeken adam “ İyisin..” anlamında bir işaret çaktı, beni aldılar, pasaportumu isteyip VIP salonuna getirdiler.. VIP salonundaki eşyalar 1930’lardan kalma, salonun köşesinde 80li yaşlarda biri oturuyor, hala hayli yakışıklı b ir Alman ve karşımda Mr. Hans Pries..
Ayağa kalktı, elimi sıktı, sohbete başladık. Kendisinin Nikaragua, Costa Rica, Honduras ve Miami’de ofislerinin olduğunu öğrendim, Makine alıp satıyor, Costa Rica’da oturuyor ve 55 senedir buralarda yaşamakta.. Buranın “ Boss”u ve 1. sınıf vatandaşı ki herkez ona yaranmak için pervane oluyor, Pries’ın tek yaptığı şey cüzdanını açıp içinden koyu lacivert renkli para çıkarıp uzatmak.. Tıpkı Yunus Balığı eğiticilerinin istenilen hareket yapıldıktan sonra kovadan bir balık alıp hayvanların ağzına tıkmaları gibi..
Neyse pasaport halloldu ama bavulumu bulamadılar.. Hiç üzülmedim, neden bilmem?.. Çünkü hazırlıklıydım.. Daha evvel Miami’ye her gelişimde bavulum kaybolmuştu. Bir seferinde içinde rakı olan bavulumu Meksika’nın Cozumel adasına kadar getirmişlerdi, hem de kırmadan..
Biz bavulsuz otele geldik. Otel Managua Crowne Plaza.. Müthiş bir rutubet ve her taraf nem kokuyor.. Bilirim bu kokuyu Sri Lanka’dan.. Başka türlü etraf yemyeşil olmuyor..
Otele girdik, fiyat kahvaltı dahil gecesi 95 dolar.. Buranın en iyi otellerinden biri.. Tam o sırada Mr. Pries’e bir telefon geliyor, bavulumun bulunduğu müjdesini bana iletiyor.. Burada saat akşam 20.30 Türkiye’de sabahın 05.30’u uykusuzluktan ölüyorum, millet cumartesi gecesi eğlencesi peşinde.. Aramızda tam 9 saat fark var. Türkiye günü önceden yaşıyor tabii..
Odam çok güzel, çift kişilik bir yatak, temiz ama eski malzemelerle oluşmuş bir küvet, son model bir TV, internet bağlantım da var, ve saat 21.00 oldu, yatıyorum, tabii bu saatte Türkiye’de saat 06.00 , o yüzden 4 saat sonra ‘ZIPP..!’ ayaktayım.. Vücut hala Türkiye saatine kurulu tabii.. Tekrar yatıp sabah 05.00 te kalkıyorum, hava yavaş yavaş aydınlanıyor.. Otelin önünde bayrakları var, üstte ve altta 2 mavi, ortada beyaz şerit, beyaz şeridin ortasında bir üçgen, üçgenin içinde yan yana 5 tane yanardağ var. Etrafında “ Republica de Nicaragua, America Central “ yazısı ile de bir daire oluşturulmuş. Sanki Ege’de toprak yollarla asfalta bağlanan bir sahil kooperatifinin amblemi gibi..
17.05.2009 Pazar
Kahvaltıya indim, çok güzel bir otel, yerlileri çekik gözlü, esmer.. Kahvaltıda çayımı getiren yaşlıca garson kadın benden bahşiş istedi, asansörün kapısını açan adam da öyle, para bozdurmam lazım.. Para birimleri ‘ Cordoba ‘, 1 dolar = 20.25 Cordobaymış.. Türkiyede hemen herkes benden anahtarlık ve magnet getirmemi istedi, bir saat sonra gelip beni alacaklar. Bu gün Nikaragua’yı gezeceğim, yarın fabrikalarına gideceğiz. Fabrikaları faal bir volkanın yanındaymış.. Yola çıkarken bavulun sapı koptu, gözlüğün camı düştü, bavulum kayboldu, şimdi de rahat o volkan patlamaya başlar diye düşünüyorum.
Kahvaltıda yemediğimi bırakmadım. Yeşil kağıda sarılı bir şey yedim içli köfte gibi ama buharda pişmiş etrafı pirinç içinde domuz eti var.. Daha sonra mor bir pilav, üzerinde Meksika fasulyeleri, cıvık cıvık değil ikisi de ayrı pişip birbirine karıştırılmış, çeşitli peynirler, salamlar, ve en son mango, ananas ve papaya..
Saat 10.00 da Mr. Pries otelin lobisine geldi, Toyota bir arabası var, şoförünün adı Tony Managualı.. Doğru Masaya Milli Parkına götürdüler beni.. Dumanlar saçan bir krater halen aktif.. Mr. Pries giriş ücretini ödememek için bir sürü kağıtlar çıkardı, her halde ‘yabancı yatırımcı’ diye bir takım indirimleri var, giriş ücreti en fazla 2 dolar, onu bile ödememek için kapıdaki görevliye beni çok farklı tanıttı sanırım, İspanyolca bilmiyorum ama insan hissedebiliyor.. Bunun üzerine görevli kız benimle İngilizce konuşmak istedi, cevap vereceğim ama Herr Pries’in söylediklerini bozarım diye saçmalayıp inguş – urdu dili gibi benim de anlamadığım bir dille cevap vermeyi tercih ettim, kız cevabımı anlamayınca sinirlendi ve neyse kapıdan geçtik.. Kısa boylu ağaçlardan kurulu bir bitki örtüsü hakim Nikaragua’da.. Sri Lankayı gördükten sonra buradaki ormanlar insana “ lahana tarlası “ gibi geliyor.. Herr Pries’e “ Burada hayvan var mı?..” diye sordum, “ Var..!” dedi tereddütsüz, “ Hem de 5.5 milyon tane ..!” ( Nikaragua nın nüfusu 5.5 milyon.. Çok güldüm bu esprisine )
Çok hafif bir rampayla Masaya’ya çıktık, krater ağzı olduğu için etrafı da sevimsiz.. Delik 50 metre çapında ve içinden dumanlar çıkıyor, başka bir numarası da yok..En önemli mesire yerleri buysa yandık..
Her sene Berlin Turizm fuarına gide gide “ Hangi ülke gezilebilir?..” az çok hissediyor insan. Broşürlerine bakacaksınız, örneğin Pamukkale, Kapadokya gibi özelliği olan bir yeri göstermiyor, onun yerine tabakta soluk bir balık resmi, meyveler, kalabalık Pazar görüntüleri falan varsa demek ki o ülkede hiçbir şey yok, asla programına almayacaksın. Bunlar da beni buraya getirdiklerine göre Nikaragua’ya gelinmez arkadaş.. Hem de 24 saat uçak yolculuğuyla.. Pöh..!
Tepede 1 – 2 fotoğraftan sonra ( ..ki o da dumandan net çekilemiyor ) bendeniz kel tiryaki bir sigara yakıyorum .. Hani keyif sigarası yakılır ya.. Ulan neyini içeceksin şunun?.. Her tarafın zaten duman.. Bir de krateri tam tepeden görebilmek için nefes nefese onlarca basamak tırmanıyorsun.. Saçmalık işte.. Şöyle elimde sigara hava atacağım sanki..
İşin daha da kötüsü dönüşte milli parkın içinde güzel bir binanın önünde durduk.. Meğer orası müzeymiş.. Bir ilkokul sergisi gibi Masaya kraterinin maketini yapmışlar, kraterleri yaptıktan sonra faal olduklarını gösterebilmek için ağzından dumanlar çıkaracaklar ya kara kalemle yukarı çıktıkça genişleyen bir tirbişon çizip maketteki krater deliklerinin içine sokmuşlar.. Olmuş mu sana avcılar geliyor diye kafasını kuma sokup saklanan devekuşu sürüsü götü..
Ziyaretçiler “ sırf gittik orayı da gördük “ diye anlamsız yüz ifadeleri ile geziyorlar orayı..
Bu arada ortaokul öğrencilerinin çizdiği çiçek resimleri , altında İspanyolca ve İngilizce o çiçeğin ne olduğunu açıklayan yazılar vs..
Bir de kurutulmuş hayvanlar bölümü var, inanılmaz.. Araba çarpmış bir kedi ölüsünü sopalarla dik tutmuşlar “ Bu ne?..” dedim Herr Pries’e “ Puma..!” dedi.. Ulan ne puması, bu bizim kasabın kedisi Minnoş.. İnsan bununla karşılaşa balık kılçığını önüne at ve yürü git, o kadar.. Bir tek Amarillo ilgimi çekti o da tesbih böceğinin biraz irisi bir ebatta .. Eti çok lezzetliymiş, öyle diyor Pries.. Zaten yolda su kaplumbağa görüyor, “ Mmmm..” diyor gözlerini yumup lezzetini bana vurgulamak için tam o sırada hayvanlar kaçışmaya başlıyor.. Bir taşın üzerinde tünemiş 3 – 4 su kaplumbağası var, Şoför Tony olar suya atlasınlar da bu içine ettiğim memleketinde görülebilir bir şeyler olsun diye el çırpıp gürültüler çıkartıyor hayvanlarda “ gık “ yok, ama bizim iri Alman Pries “ Mmmm..” yapıp onlardan yapılmış çorba içiyor havası verince hayvanlar vaziyeti çakıp “Cumpp..!” diye aynen suya atlıyorlar..
İkinci durağımız Loca de Nicaragua.. Yani Nikaragua gölü.. Gölün yüzölçümü 80.000 Km2 imiş.. Bir tekne tutup ancak bir bölümünü gezebiliyoruz.. İçinde iki büyük ada ve onların üzerinde faal yanardağlar var.. Daha sonra Caterina denilen turistik bir kasabaya gidiyoruz. Orası tepeden küçük bir gölü görüyor.. Göl manzaralı yan yana 3 – 4 restoran var burada yemek yeniliyor, ve en önemlisi yemek yerken masanıza gelen müzik gurupları sizin için Latin müzik yapıyorlar.. Bizim masaya gelen gurup Pries’i taniyor, onun istediği şarkıları arka arkaya çalıyorlar.. Gurup 3 kişi, solist olanı çok çirkin kısa boylu bir adam.. şehirlerarası otobüslerin mola yerinde satılan camları parlak boktan gözlüğü en göze batan özelliği.. Onun yanı sıra sakalları, bıyığı, kıyafeti o kadar özensiz ki.. Ama çok değişik bir sesi varbize en az 10 şarkı söyledi, Pries 200 Cordoba verdi, şarkının tanesi 1 dolara geldi, müthiş memnun ayrıldılar masamızdan.. O sırada yandaki masa başka bir gurup getirmiş, harika bir müzik, hiç tanımadığım bir çalgı bütün sesleri kapatıyor ve nefis sesler çıkartıyor adı “ Marimba..” buraya gelirseniz Caterina’ ya mutlaka gelin ve mutlaka burada Marimba dinleyin..Hem yemekleri de çok enteresan.. Ne isterseniz aluminyum döküm bir tepside fırından çıkmış şekilde geliyor, balık isterseniz balık, karides, patates, illa ki muz döküm tepsiye dizilip pişiriliyor, fışır fışır sesler çıkararak olanca sıcaklığı ile masanıza konuluyor, Yanılıp ta bileği ile dirseği arasındaki yumuşak dokuyu yakanlar Ayyayayyayaaaayyyy..! diye bağırıp nefis Latin müziğine eşlik ediyorlar..
Saat 16.00 Türkiye de gece yarısı 01.00 eee uykum gelir gibi oldu, aslında odamı da sevdim biraz bilgisayarla uğraşmak istedim. Pries te yoruldu, beni otele bıraktılar, Miami’den satın aldığım Chivas’tan 2 duble sonra akşam otelin karşısındaki alışveriş merkezini keşfettim.. Aynı Türkiye gibi en üst katta yiyecek – içecek yerleri ama yerel tatlar yani öğğrrkk..! Hamburger ekmeği bile tuhaf kokuyor, çeyrek porsiyon tavuk alıp sadece onu yedim ve evr elini uyku.. Ertesi sabah direk fabrika.. Beni 07.30 da alacaklar..
18.05.2009 Pazartesi
Evet, tanıştık.. Genel Müdür Mr. Marco şüpheci biri ama zaman geçtikçe, beni dinledikçe tanıdı, inandı, beyninin % 55’inin onayını aldım, gerisi yarına..
Bu arada diğer mühendislerle tanıştım, Pries haklı.. Bunlar gerçekten işe yaramaz tipler.. Metre ile ölçmesini bile bilmiyorlar nasıl iş bu?.. Hayret..! Çok az maaş alıyorlar ama yaptıkları iş sıfır.. Öğle yemeğinde Pollo yedik “tavuk yani..” Başka bir şey yiyemiyorum çünki tek bildik lezzet o..
Akşama kadar fabrikadaydım. Baretsiz fabrika binasına girilmiyor, bir tek girebilen Herr Pries, “ İçine ederim lan, 50 senedir takmadım o şey’i..” diyor millet itiraz edemiyor. Ama zavallı ben koymuş oldukları kurallara saygılı davrandığımı vurgulamak için hiç te alışık olmadığım o terleten şeyi takıyorum ve 40 derece sıcaklıkta acayip terliyorum..
Otelde oda servisinden “Kulüp sandviç “ ve tumba yatak.. Yarın sabah 08.20 de lobide olacağım..
19.05.2009 Salı
Sabah 08.20 de aldı beni Pries ve yine fabrikaya gittik. Fabrikada tam 200 kişi çalışıyor ama gerçek çalışan sayısı 40 ‘ ı geçmez. Ana giriş kapısında en az 4 – 5 kişi var güvenlik, daha sonra her iç holde ayrı bir güvenlik ve hiçbir şey yapmadan bön ve avanak bir bakış geliştirmişler öyle bakıp duruyorlar..
Mr. Marco Nikaragua Bayındırlık Bakanlığından bir gurup inşaat mühendisi getirmiş, ben onlara statik projeyi hasır çelik olarak nasıl tahvil etmek gerekir o konuda konferans veriyorum. Mühendisleri çok kötü yetiştirilmiş. Nikaragua deprem bölgesi.. Managua daki bütün binalar 1 veya bilemedin 2 katlı.. 4 katlı neredeyse 3 bina var, Hilton, Intercontinental ve Crowne Plaza otelleri.. Kullandıkları demir çapları çok ince.. Bilmiyorlar nasıl nerede ne kullanılır, ben tek tek çizerek, yazarak izah ettim, anlamış yalamış yutmuş havalarındalar ama bence her şeyi hemen unuttular. Not bile almadılar çünkü..
Gece Eskimo denilen bir restorana davetliyim.. Söylediklerine göre bizden makine alacak firma Nikaragua’nın Ordu Yardımlaşma Kurumunun en yüksek hisseye sahip olduğu firması.. Dolayısıyla en yüksek hisse sahibi olan ordu’nun bir generali General Somoza beni yemeğe davet etmiş.. Burada toplam 8 general varmış.. Somoza da onlardan biri..
Akşam yemeği için Tony beni 18.15 te otelimden aldı ve Hans Pries’in evine götürdü.. Aman Tanrim..! Ben böyle ev görmedim.. salonlardan salonlara, oradan iç bahçeler’e, oradan ofisler, odalara geçiliyor.. 2500 m2 ev.. Çalışma odasının tavanı 5 metre yükseklikte masasının arkasında dev bir antika ayna var Duvarlarda timsah, fildişi, 2000 yıllık antikaların sergilendiği raflar anlatılır gibi değil.. Hayran kaldığımı ifade ettim, “ Eee..” dedi, “ Böyle bir ülkede yaşıyorsam bu tip lüksümün de olması lazım..! Vazgeçemediğim şeyler vardır.. Şoförüm, temizlikçim, sekreterim, güvenlik elemanım ve evim..” İmrendim resmen, yakışıklı, varlıklı bir adam.. 78 yaşında muvaffak olmuş, sağlıklı, ve tropik bir ülkede yaşıyor, yaşadığı bu ülkede çok ta ayrıcalıklı..
Oradan birlikte Eskimo restoran’a gittik.. Harika bir balık ve şarap.. General Somoza telefonla arayarak gelemeyeceğini bildirdi, çok üzgün olduğunu iletti, ben de nezaketinden dolayı teşekkür ettim.. Kuruluşun genel Müdürü Mr. Marco ve Ordu iştirakler genel Müdür yardımcısı Mr.Tito yemeğe katıldı, Mr. Pries ve ben.. Tito’ya mevzu olsun diye “ Çocuğunuz var mı?..” diye sordum “ 8 tane..” dedi, dalga geçiyor zannettim, ama burada adet böyleymiş..Bu arada Mr. Marco’nun 6, Pries’in de 6 çocuğu olduğunu öğrendim.. Burada meğer her kez minimum 5 – 6 çocuklu olurmuş..Saat 22.30 da restorandan ayrıldık, otele döndük ve 07.15 te buluşmak üzere havaalanına gitmek için Pries le sözleştik..
20.05.2005 Çarşamba
Havaalanında Pries yine beni VIP’e aldırdı, oradan Miami’ye TACA havayollarına ait bir Airbus A 321 uçağı ile hareket ettik.. Miami’ den aktarma yapmak tam bir rezalet.. Tekrar pasaport kontrol, kemer ve ayakkabıları herkes çıkarıyor, itiraz eden yok, parmak izinize kadar kontrol, ve devasa havaalanında biniş kartı alacağınız kontuarı arıyorsunuz . Mesafeler çok uzak, yürüdükçe yürüyorum, sonunda kendimi kapının dışında buluyorum.. canım sigara içmek istedi, kaldırımda bile sigara içmek yasak, Yakında içeni yatırıp… Yani onun için hiç içmemek gerek..
Derken uçağımı buldum, Bir Boeing 777.. G20 de oturuyorum bu uçaklarda size bu numarayı tavsiye ederim, business class’ın bittiği yerin hemen arkası.. önümde bacaklarımı uzatabileceğim 1.5 metre bir mesafe var.. Tam “ Yaşasın..!” derken yanıma orta yaşlı İspanyolca konuşan iki bayan arkadaş oturdu, yahu bir insan bu kadar yüksek sesle, sert ve kesintisiz mi konuşur?.. “Yerim ne iyi..” derken başıma geleni görüyor musunuz?..
Tam önümdeki business class ‘ta şampanya servisi yapıyorlar bize su bile yok hala.. Onların battaniyesi kapitone bizimki kötü bir polar.. Onlara seçenekli yemekler domuz et veya tavuk bize dedim ya gelen giden bile yok.. Şu verdikleri yastığı yandaki kadının ağzına mı bastırsam?. Tanrım susmuyor… Konuşurken yanındaki arkadaşına da dönmüyor, bana mı söylüyor ne?..
Öndeki businees ta şarap seçiyorlar, birazdan saldıracağım, bizim bölümde sanırım içecekleri parayla satacaklar.. Şunların boş şarap şişelerini toplayıp satsam bana bedava içecek verirler mi?..
Hiiii..! öndeki yolculardan biri şarabı tattı, beğenmedi ve geri gönderdi..
Eveett.. Tam 24 saat süren bir yolculukla Ankara’ya geldim.. Bu gün 21.mayıs.2009 oldu..Sevgi sağ olsun beni havaalanında karşıladı, köpeğimiz Bigi beni özlemiş, darısı sağlıklı, heyecanlı, kazançlı diğer yolculuklara..
Sevgilerimle..
Yıldırım TUNA